Günümüzde kabul gören son atom modeli olan Kuantum Atom Teorisi’nde atomların çekirdeğinin etrafında elektronlar bulunur ve çekirdeğe çekici elektrostatik kuvvetlerle bağlıdırlar. Belirli bir yörüngede çekirdek etrafında dönerek hareket ederler.Gözle göremeyeceğimiz kadar küçük olan atomların bu gözle görülemeyecek hareketlerindeki kusursuzluk ve düzen zerreye bakarak kürreyi imgelemeye teşvik eder beni. Galaksiler, gezegenler, güneş, dünya ve ay hepsinin bir yörüngesi ve çekim kuvveti vardır. Hareket halinde olan her şeyin olduğu gibi maddenin en küçük yapı birimi olan atomların bile bir merkezi ve yörüngesi var.
“Ne güneş aya yetişip çarpar, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.” (Yasin 40)
Peki insanoğlunun merkezi neresi ve biz hangi yörüngede dönüp durmaktayız?
Sorguladığım şey ne bizi dünyaya çeken yerçekimi kuvveti ne dünyanın hareketi ne de dünyanın iç çekirdeği.Fiziken merkezimiz ve yörüngemiz hakkında pek çok araştırma ve çeşitli teoriler var elbette.Fakat biz dünyada sadece fiziken değil ruhen de bulunmaktayız ve her gün varlığımızı anlamlandırmaya çalışmaktayız ya da anlamlı bir varlığımız olduğuna kendimizi inandırmaya..
Merkezi ve yörüngesi olmayan her şey boşluktadır, savrulur ve bütünselliği yoktur.Bu yokluk bana daha da tanıdık gelmeye başladı şu sıralar.Tanıdığım gördüğüm insanlar, izlediğim filmler, okuduğum yazılar, çeşitli sosyal ağlardaki paylaşımlar, gerçek merkezin ve yörüngenin günden güne yok olduğunu hissettiriyor bana.Görünürde herkesin bir hayat amacı, yoğunluğu ve yorgunluğu var gibi ama yörüngesini kaybetmiş ruhlardaki o büyük boşluklar suratına çarpıyor insanın.
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.”(Kıyamet,36)
Atom altı fizikle atom altı parçaçıkları gözlemlemek için atomun çekirdeğine inen insan ruhtaki öze inmeyi nasıl ıskalar? Teknolojik aletlerinin bir üst modelini almak, arabasını yenilemek, evini dekore etmek için finansal sancılar çeken insanoğlu varoluşsal sancılarını nasıl bir kenara bırakır? Çağa ayak uydurmaya çalışırken çağın ağlarına takılı kalmış insanın savrulmasının nedeni belki de güçlü ve çekici etkilerle bağlı olduğu bir merkezinin ve yörüngesinin artık olmayışıdır diye düşünüyorum.Merkezine sosyal ağlardaki teamülleri alan insan, bu yörüngede dönmeye başladı başlayalı boşlukta.Çünkü insanı çeken bu ağlar tuzaklı bir balık ağından farksız.Çırpındıkça aynı yerdesin.İlerlediğini zannederken hâla geridesin.
Ağa takıldığımızdan beri hayatlarımız birbirinden farksız anlamsız ve renksiz.Oysa renkler vardı öyle değil mi?Artık hangimiz gerçekten renkleri görebiliyor.Kaçımız bir saat boyunca hiçbir uyarana bakmadan bir manzaranın güzelliğine dalıp, doğada zaman geçirebiliyor.Doğanın gerçek sesini ya da kendi sesimizi dinlemeyeli ne kadar zaman oldu?
Uyaranların etrafında başıboş anlamsızca dolaşan varlıklar olduk.Aynılaştık.Fıtratı itibariyle hep özel olmak isteyen insan bu aynılaşmayı nasıl bu kadar çabuk benimseyebildi. Modern dünyanın imal etmeye çalıştığı tek tip insan modeli günden güne yaklaşıyor.Elbette ki yaratılış itibariyle ve ortak yaşam alanlarımız sebebiyle hayatlarımız birbirine benzer ve ortak yönlerimiz var.Fakat ben insanları birbirinden ayıran o özel farklılıkların gün geçtikçe kaybolduğunu düşünüyorum.Giyim kuşamları, hareketleri,mimikleri, tepkileri, bakış açıları ile benzer değil de birebir kopya olan insanlar fazlasıyla çoğalmadı mı sizce de?
Çeşitli algı mekanizmaları ile oluşturulan sentetik yargılarla yeni nesil sınıflandırmalar türedi.İnsanlar giyimleri, tavırları, seçimleri, inançları ile tarih boyunca kategorize edilmişti tabi ama günümüzde kartlar yeniden dağıtılıyor gibi düşünüyorum ayrıca ek kartlarda oyuna eklenmiş gibi.Takip ve taklit ettikleri insanlar, kopyaladıkları mimikler, hareketler, tercih ettikleri mekânlar, yedikleri yemekler, içtikleri kahvelerle sınıflandırılan yeni bir insan tipi devşiriliyor. İnsanlar sosyal ağlarda takip ettikleri kişilerin giyim kuşamları ve yaşantılarına göre hayat standartlarını düzenlerken artık fikirlerini de kopyalıyor.Aynı mekanlara gidip aynı kahveleri içip aynı pozları veriyor. Birinin dediğini bir diğeri düşünmeden tasdikliyor ve paylaşıyor.Bu sosyal akıştaki bilgileri ve fikirleri kendi akıl süzgecinden geçirmeye üşenenlerin yüzünden yanlış bilgilerin dakikalar içerisinde milyonlara ulaştığı pek çok örnek var. Araştırmayan insanların zihinlerinde o yanlış bilgilerin yine üşengeçlik sebebiyle uzun süre yanlış olarak kalmaya devam etmesi gibi problemler.Saymakla bitmeyen bu bilgi kirlliği ve yönlendirilmiş zihinler bu hazırcı kafanın eseri bence.Hazırcı zihniyetler, türetilmiş taklitçilerle çevrelendik.Aynı ağlarda zaman geçidikçe gördüklerimize alıştık ve normalleştirdik bile. Toplumda pek çok şeyi normalleştirdiğimiz gibi.
Adaletsizlikleri, yolsuzlukları, ahlaksızlıkları, ötekileştirmeleri, zulümleri normalleştiren insanoğlu, cezbedici bir ağın içindeki anormallikleri de normalleştirirdi elbette.
Geometride normal, belirli bir nesneye dik olan çizgidir.Bizim normallerimiz ise artık dik bir duruş bile sergileyemiyor.Doğruluktan, diklikten kısır bu topraklarda yaşamak her geçen gün vicdan sahibi ruhları bir mengene misali sıkıştırdıkça sıkıştırıyor.
Hep birlikte meydana getirdiğimiz bu problemler silsilesi akışta kaybolduğumuzu ve yörüngeden çıktığımızı gösteriyor. Merkezimizi kaybettikçe yörüngemizden çıktık, başka etkilere çekilmeye başladık.Oysa insanoğlu en çok ait olduğu yere merkezine sıkı sıkıya bağlanmalıydı.
Pergel metaforu ile bir ayağı ile yere sağlam basan, diğer ayağı ile açılabildiği kadar açılabilen bir pergele benzetir insanı Mevlana ve şöyle der.
"Pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım".
Bir müslümanın ahlaki değerlerine, inancına ve hassasiyetlerine sıkı sıkıya bağlıyken yapabileceği şeylerin, gidebileceği yerlerin bir sınırının olmadığını vurgular.Ben bu tanımı çok severim ve bana tüm atomların, gezegenlerin bir merkezinin olduğu gibi müslümanın da ne olursa olsun kaybetmemesi gereken bir merkezinin olduğunu düşündürür. Merkezden sapmadıkça yörüngeden çıkmazsın, yörüngeden çıkmazsan savrulmazsın ve hareketine anlamlı varlığınla devam edersin.Yani insan varlığının en büyük güçlerinden biri sıkı sıkıya bağlı olduğu inancı ve değerleridir.
Son olarak Mahmut Celalettin Ökten’in lise yıllarımda tanıştığım bir sözüyle noktalamak isterim.Satırlarında müslüman bir genci öyle güzel tarif eder ki henüz gençlik üzerine daha anlamlı bir söz okumadım.
“Asrın ihtiyaçlarını müdrik, doğuyu ve batıyı iyi bilen münevver, dindar görüneceğim diye mutaassıp olmayan, aydın görüneceğim diye de dinden tâviz vermeyen.Tâvizsiz fakat müsamahakâr bir gençlik.”
Yorumlar
Kalan Karakter: